17 Ağustos 2010 Salı

Baharın Habercisi GELİNCİK CİCEĞİ


Bahar ile birlikte gelip, yayılabildiği her yeri kırmızı giydiren gelinciğin binlerce yıldır var olduğunu ve çeşitli amaçlarla kullanıldığını biliyor muydunuz? Çoğu kırmızı renkli olmak ile birlikte ender de olsa pembe, sarı ve beyaz gelincikler de görmek mümkün. Eski zamanlarda gelincik “dağ lalesi” olarak da adlandırılmış, narin ve güzel bir geline (Türk töresinde gelinler eskiden beyaz değil kırmızı gelinlik giyerlerdi) benzetildiği için gelincik adı verilmiş. 3 bin yıl önce dahi eski Mısır lahitlerinde gelincik resimlerine rastlanmış. Homer’in İlyadası’nda ölen savaşçılar gelinciklere benzetilmiş.

Eski Yunan / Roma mitolojisinde de gelincik tanrı ile ilişkilendirilmiş. Morpheus (uyku tanrısı Hypnos’un üç bin çocuğundan biri ve insanlara uykuda çeşitli biçimlerde görünen düşleri simgeliyor) uyutmak istediği kişilere gelincikten yapılan taçlardan verirmiş. Morpheus için yapılan tapınaklar bu yüzdendir ki gelinciklerle süslenmiş.

Romalılar kara sevdaya düşenlere gelincikten yaptıkları içeceklerden verirlermiş ve bu içeceklerin aşk acısını azaltacağını düşünürlermiş.

Gelinciğin çiçekleri, yeşil yaprakları ve tohumları değişik amaçlarla kullanılır. Gelincik hafif bir yatıştırıcıdır. Özellikle taç yapraklarında rhoeadic ve papaveric asitler vardır. Eskiden İstanbul’da gelincik şurubu ve gelincik şerbeti yapılırmış. Hatta gelincik reçeli, likorü, zeytinyağlı gelincik yemeği, böreği, muhallebisi dahi yapılıyormuş. Sahrap Soysal’ın gelincikle ilgili bir yazısında Bozcaada’daki Adacafe’de (Adagelincik) bu lezzetli ürünler hala yaşatılmaya çalışılıyormuş diye okumuştum. Bana da huzur ve mutluluk veriyor, araba ile yanlarından son sürat geçerken, seyretmeye doyamadığım gelincik tarlaları

15 Mayıs 2010 Cumartesi

İçimden gecen aklıma takılanlar (bir pazar sabahı)

Neden insanlar birşeylere mana yüklemekte bu kadar ısrarcı..!

bırakın hayatınızı yaşayın.. hayat o kadaf kısaki durup düşünerek harçanacak zamanımız yok.. bırakın kim ne yaşamak istyorsa onu yaşasın.. asıl önemli olan noktayı kacırmayalımmm BEN ben ne istiyorum ne yaşamak istyorum..

sanırım önce kendi mutluluğumun tarifini belirlemeliyim...!

bu soruyu cok uzun bi arayıştan sonra buldum.. ve artık kimseye neyi neden yaptıgını yada ne, niçin gibi soruları sormuyorum.. benim yörüngemde olmak isteyene her zaman bir yerim var ama kimse benim eksenimde yörüngemde olsun diye ugraşacak vaktim yok kısa süreli kesişmeler güzeldir, ufak mutluluklar yaşatır insana ama kendi yörüngesinden cıkartmamalı bir süre sonra bitecegini bildigin bir mutluluk için hiç birşey feda etmeye deymez.. hayat mutsuz olunacak kadar uzun degil


16.01.2010

4 Mayıs 2010 Salı

Hayat kısa sen daha hâlâ...

Ona küs, buna gücen, şunu unutma, bunu silme. Merak etme hayat, koca bir silgiyle bütün bu vesveselerini ve seni siliverecek.

O zaman içinde yazılı, okudukça içini acıtan bütün o satırlar da, vakti zamanında hücrelerini morarttıklarıyla kalakalıcak.
Erteleyebildiğin herşeyi, erteleyebildiğin kadar ertele. Günleri gelmiycek. Diyeceksin ki, şu çocuklar bir büyüsün. Diyeceksin ki, şu dönem bir geçsin. Diyeceksin ki, du bakalım. Hayat bu dille konuşmaz halbuki, o hep der ki: hadi çocuklar büyümeden, bu dönem geçmeden, durup bakmadan.
Ağzında geveleyip durduğun bir sürü şeyi çıkarmadın. şişti, şişti, şişti yanakların. Bakınca görülüyor suratındaki o şişik ifade. Çıkarmadığın şeyler, sevgi sözcükleri, itiraflar, kırmamak için tuttuğun bütün o cam kırıkları hayat bittiğinde, çenenin rahatlamasıyla beraber dökülüvericek ama sessiz. Yani kimse duymayacak yine onları yazık. Çıkarsaydın görürdün, dünya laflarla sona ermez. Değişir en fazla.
Ona bakmıyorsun. Nefesine bakmıyorsun. Bakmıyorsun, suya çiçeğe çocuğa. Bir hayaline bile bakmıyorsun. Onları ‘renkli şeyler’ diye ayırmışsın. Hep siyahları yıkıyorsun, hep beyazları. Siyah beyaz oldun. Hayatın bittiğini anladığında, ki hep geç kalınır oraya, elin aceleyle gidicek renklilere. Ama tutucak gücün olmıycak artık. Burnun duruyorken kokla, ağzın duruyorken öp, elin duruyorken alkış!
Yok bilmem kimler ne der, başkaları ne buyurur! Halbuki hayat, insanları tek tek düşürdüğü gibi rahime, tek tek alır geriye. Başkaları başkadır adı üstünde. Onlar ne içini bilirler, ne düşünü. Onlar yok ki, düşünmezsen. Bir tek sen varsın, bir bilsen. Komşu, bir penceredir. Başkaları, onbeş dakika dedikodudur en fazla. Hayat bir pencereden görülmeyecek kadar büyük, ve kısa da olsa onbeş dakikadan uzundur canım.
Kendinde kusur arıyorsun. Başkalarında kusur arıyorsun. Herkeste kusur var zaten. Önemli olan kusursuzu, eşsizi, biricik olanı aramak. Hayat bitmeden önce, onları ödüllendiriyor bir şekilde. Diyor ki: sen hep doğru şeyi aradın. Bulmaktan bile mühimdir bu.
Hep, diyorsun hep aynı. Güneş bir aşağa bir yukarı, mevsimler yanyana dört tane, saat yuvarlak yirmidört kere döner. Evet onlar arkanda hep aynı şeyleri yapar. Ama sandığın kadar uzun sure yapmayacaklar bu dansı.
Bunu yapıyorlar ki, sen üzerine doğaçla. Kendi dansını bul, melodini tuttur, sözünü söyle. Sırf sen onları yap diye, dönüp duruyor zavallıcıklar. Sana bunu bir türlü anlatamadılar.
Bu okuduklarını unutup, sonsuz bir bekleyiş uydurup kendini soldurma. Hayat son nefesini alıp, seni soldurana kadar çal. Hayattan çal, çalabildiğin kadar. Yaptığın tek hırsızlık bu olsun. Oyunun sonunda, ‘don!’ dediklerinde, ellerini kaldır bedenin çıplak olsun, hiçbirşeyi sürüklememiş, biriktirmemiş ol. Yüzünde bir gülümseme olsun, ‘seni alt ettim bak! gülümsememi sonuna kadar tuttum’ gibilerden.

Nil Karaibrahimgil

28 Nisan 2010 Çarşamba

Ölmeden önce okunması gereken kitaplar...



Notos Öykü dergisinin hazırladığı “Ölmeden önce okumanız gereken 40 kitap” listesi 74 yazardan 10′ar kitap belirlemeleri istenmiş ve seçilen kitaplardan en çok oy alan 40 tanesi listeye koyulmuş.

1- Don Quijote, M. de Cervantes Saavedra (1605)
2- Suc ve Ceza, Fyodor Dostoyevski (1866)
3- Memleketimden Insan Manzaralari, Nâzim Hikmet
(1966-1967)
4- Alemdagda Var Bir Yilan, Sait Faik Abasiyanik
(1954)
5- Tutunamayanlar, Oguz Atay (1971)
6- Hamlet, William Shakespeare (1600 dolaylarinda)
7- Yuzyillik Yalnizlik, Gabriel García Márquez (1967)
8- Huzur, Ahmet Hamdi Tanpinar (1949)
9- Anna Karenina, Lev Tolstoy (1873-1877)
10- Karamazov Kardesler, Fyodor Dostoyevski (1880)
11- Kara Kitap, Orhan Pamuk (1990)
12- Ilyada, Homeros (MO 9.-7. yuzyil)
13- Odyssia, Homeros (MO 9.-7. yuzyil)
14- Savas ve Baris, Lev Tolstoy (1865-1869)
15- Ilahi Komedya, Dante Alighieri (1307-1321)
16- Binbir Gece Masallari (8.-9. yuzyil)
17- Madame Bovary, Gustave Flaubert (1856)
18- Donusum, Franz Kafka (1915)
19- Ecinniler, Fyodor Dostoyevski (1872)
20- Butun Oykuleri, Anton Cehov (d.o. 1860-1904)
21- Kucuk Prens, Antoine de Saint-Exupery (1943)
22- Ince Memed, Yasar Kemal (1955)
23- Denemeler, Michel de Montaigne (1572-1588)
24- Ulysses, James Joyce (1922)
25- Yunus Emre Divani (d.o. 1238?-1320?)
26- Mesnevi, Mevlana Celaleddin Rumi (1278, en eski nushasi)
27- Dava, Franz Kafka (1913)
28- Budala, Dostoyevski (1868)
29- Mrs. Dalloway, Virginia Woolf (1925)
30- Son Siirleri, Nâzim Hikmet (1970)
31- Macbeth, William Shakespeare (1606)
32- Kizil ile Kara, Stendhal (1830)
33- Malte Laurids Brigge’nin Notlari, Rainer Maria Rilke (1910)
34- Kayip Zamanin Izinde, Marcel Proust (1917-1925)
35- Ses ve Ofke, William Faulkner (1929)
36- Gonulcelen, J.D. Salinger (1951)
37- Seyh Bedrettin Destani, Nâzim Hikmet (1936)
38- Bir Dugun Gecesi, Adalet Agaoglu (1979)
39- Evliya Celebi Seyahatnamesi (1898-1938)
40- Kotuluk Cicekleri, Charles Baudelaire (1857)

31 Mart 2010 Çarşamba

'BEN HAYATI SEÇMEMEYİ SEÇİYORUM'

''Hayat sıkıcı ve anlamsız. Büyük umutlarla başlıyoruz, sonra çuvallıyoruz. Hepimiz bir gün büyük sorulara cevap bulamadan öleceğimizi keşfederiz. Hayatımızın gerçeğini farklı biçimlerde yorumlayacak dolambaçlı düşünceler geliştiririz, bedenimizle büyük şeylere, gerçek şeylere dair kayda değer bir bilgiye uzanmaksızın. Aslında, kısa ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir hayat yaşar, sonra da ölürüz. Kendimizi her şeyin tamamen anlamdan yoksun olmadığına inandırmak için hayatlarımızı bokla doldururuz; kariyerle, ilişkiyle falan...

… Bizi seç. Hayatı seç… Çamaşır makinesi seç, araba seç, bir kanepeye oturup ağzına berbat şeyler tıkıştırarak beyin uyuşturucu ve ruh çökertici aptal televizyon programları seyretmeyi seç. Bir huzur evinde üzerine sıçıp işeyerek çürümeyi, bencil ve kafayı yemiş çocukların için bir utanç kaynağı olmayı seç. Hayatı seç.

İyi de, ben hayatı seçmemeyi seçiyorum.''


Irvine Welsh "Trainspotting"

2 Mart 2010 Salı

kaya sanat



Fethiye de SanatKampı..2008

Sanatkampı

15 Şubat 2010 Pazartesi

sesiz cığlık..?

bugun hayattan boğuldugum yoruldugum o ucurumun kenarında yürüdügüm günlerden biri bugun.. uzun zamandır yapmadıgım birşeyi tekrar yapıyorum bugun salacak sahilinde bir bankta oturmuş denizi dinliyorum...

bana hayatın çığlıklarını anlatıyor, dinliyorum sesizce,

ne kadar oldu buraya geleli bilmiyorum ama denizin sesi huzur dolu,
ne zaman, ne insanlar, ne de başka birşeyi sonsuz bir huzur hakim..

bu huzuru yavru martının kulak yırtan cığlıkları..bozuyor sadece ara ara..

bütün sıkıntılarımı içine hapsetigim kafesten cıkartıp salı veriyorum ucsuz bucaksız gök yüzüne

kalsam burda bu an hiç bitmese keşke.. yaşamak ne kadar zor.. imkansızı kovalamak hayatı yaşamak..